İtfaiyecilik için söylenebilecek birçok şeyin arasından en basit olanını seçersem, herhalde bu ‘tehlikeli bir iş' tanımlaması olurdu. Aslında bu tanımlama, onlarla iki ay vakit geçirmiş biri olarak bana özel değil, herkesin malumu. Ancak yine de, içinde yaşadığımız modern zamanın bize sunduğu ‘korunaklı hayat' tasavvurunu referans alan bizlerin, en nihayetinde bir belediye hizmeti olan itfaiyeciliğin ne denli ölümle burun buruna yapılan bir meslek olduğunu tahmin edebileceğimizi sanmıyorum.
Fatih İtfaiyesi'yle birlikte ‘ilk yangınıma' giderken, o büyülü arabanın içinde bencilce, bir sevinç duyarak en büyük çocukluk hayallerimden birinin gerçekleştiğini düşünüyordum. Kulakları sağır edercesine çalan sirenler, hararetli telsiz konuşmaları, büyülü bir elin önümüzdeki araçları yan şeride kaydırıp yolumuzun açılması ve Fatih'in dar sokaklarında uçarcasına yol almak…
Bu ‘eğlenceli' yolculuk sona erip de yangın yerine vardığımızda ise gördüğüm şey karşısında okkalı bir küfür savurduğumu hatırlıyorum. Üç katlı bina alevler içinde yanıyor, alevlerin bittiği yerde simsiyah bir duan göğe yükseliyor, zaman zaman meydana gelen patlamalarla etrafa ısınmış taş parçaları yağıyordu. Benim nutkumun tutulduğu yerde ise itfaiyecilerin işi başlıyordu. Aceleyle araçtan inip takımını yönlendirmeye başlayan ekip amirine defalarca kaskını takmasını söylediğimde beni duymamıştı bile.
Gittiğim ilk yangın, onlarla geçirdiğim süre boyunca gördüğüm en büyük yangın oldu. Daha sonra gittiğimiz irili ufaklı birçok olayda neden ‘itfaiye şehidi' diye bir kavramın ortaya çıktığını daha iyi anladım.
Onların deyimiyle eskiye nazaran çok daha az yangının meydana geldiği ve daha güvenli ekipmanlarla çalıştıkları güzel zamanlara denk gelmiş olsam da, bu kadarının dahi kaldırılması güç bir yaşam tarzı olduğunu düşünmeden edemiyorum.
İtfaiyecilik için söylenebilecek birçok şeyin arasından en basit olanını seçersem, herhalde bu ‘tehlikeli bir iş' tanımlaması olurdu. Aslında bu tanımlama, onlarla iki ay vakit geçirmiş biri olarak bana özel değil, herkesin malumu. Ancak yine de, içinde yaşadığımız modern zamanın bize sunduğu ‘korunaklı hayat' tasavvurunu referans alan bizlerin, en nihayetinde bir belediye hizmeti olan itfaiyeciliğin ne denli ölümle burun buruna yapılan bir meslek olduğunu tahmin edebileceğimizi sanmıyorum.
Fatih İtfaiyesi'yle birlikte ‘ilk yangınıma' giderken, o büyülü arabanın içinde bencilce, bir sevinç duyarak en büyük çocukluk hayallerimden birinin gerçekleştiğini düşünüyordum. Kulakları sağır edercesine çalan sirenler, hararetli telsiz konuşmaları, büyülü bir elin önümüzdeki araçları yan şeride kaydırıp yolumuzun açılması ve Fatih'in dar sokaklarında uçarcasına yol almak…
Bu ‘eğlenceli' yolculuk sona erip de yangın yerine vardığımızda ise gördüğüm şey karşısında okkalı bir küfür savurduğumu hatırlıyorum. Üç katlı bina alevler içinde yanıyor, alevlerin bittiği yerde simsiyah bir duan göğe yükseliyor, zaman zaman meydana gelen patlamalarla etrafa ısınmış taş parçaları yağıyordu. Benim nutkumun tutulduğu yerde ise itfaiyecilerin işi başlıyordu. Aceleyle araçtan inip takımını yönlendirmeye başlayan ekip amirine defalarca kaskını takmasını söylediğimde beni duymamıştı bile.
Gittiğim ilk yangın, onlarla geçirdiğim süre boyunca gördüğüm en büyük yangın oldu. Daha sonra gittiğimiz irili ufaklı birçok olayda neden ‘itfaiye şehidi' diye bir kavramın ortaya çıktığını daha iyi anladım.
Onların deyimiyle eskiye nazaran çok daha az yangının meydana geldiği ve daha güvenli ekipmanlarla çalıştıkları güzel zamanlara denk gelmiş olsam da, bu kadarının dahi kaldırılması güç bir yaşam tarzı olduğunu düşünmeden edemiyorum.