Kamplar, çadır ve konteyner kentler, evinin vatanının ırak yerine taşınmış mültecileri getirir aklımıza, peşi sıra yaşadıkları yerin koşullarını ve geleneksel bir tavırla da sayım ve rakam değeri ile biten cümleleri getirir önümüze. Oysa mülteciler artık çadır kentlere değil büyük kentlere göç ediyor ve var olmanın başka yollarını arıyor. Ve artık kamplar mültecilerin hikayesini anlatma da yeterli kalmıyor. Kente göç temayülü mülteciler için de bir arzuya dönüştü ve büyük kente göç farklı kimlik ve aidiyetlerin bir aradalığını da artırdı.. ‘Bir arada' olma durumuna rengini veren şeyse kentin farklı noktalarında farklı şekillerde ortaya çıkıyor: Kira ücretlerinin artışı, kaçak çalıştırılan işçiler, çok kimlikli adli vakalar, her gün bir yenisi açılan felafel dükkanları...Suriye'den kaçış temelinde dikkatimi çeken bir başka olgu ise Suriyeli yalnız ve eğitimli kadınların kentte verdiği mücadeleydi... Bambaşka bir hayatı önlerine alıp koşar adımla ilerleyen bu kadınlar kimdi? Ne talep ediyor, ne umuyorlardı? Yaşadıkları büyük yıkımın burada onarılma imkanı var mıydı? Kent onların terk ettiği Şam, Halep ve diğerleri miydi, ya da komşu ülkenin, içinde başkalarının büyük yıkımlarını da barındırdığı kentlerin incisi İstanbul muydu? Kent rutininin işe koştuğu hayatta kalma savaşı, Suriyeli yalnız kadınlar için de geçerliydi. Kadınlar Suriye'ye ve Suriyeli olmaya dair anlatmak istedikleri sırlarını ve bazı dehşet anlarını sürekli halihazırda tutarak, sağlık, eğitim, iş, güvence arayışında akıntıya karşı kürek çekiyorlardı. Kentteki tüm yabancılar gibi.Susan Sontag ‘fotoğrafın söylediği şey çeşitli biçimlerde okunabilir, önünde sonunda bir fotoğrafta okuyacağımız anlam onun söylüyor olması gereken şeydir' der. Bu projede de Suriyeli kadınlar geçiş yaptıkları bu bambaşka topraklarda apaydınlık bir gökyüzü altında fotoğraflanamazdı. Farklı bir ışık tekniği ile çekilen dokuz kadın portresi onların saklı kalmış hikayelerine ışık tutmaktı benim için. Dolayısıyla fotoğraftaki hikayeye ters düşecek herhangi bir ışık kaynağından kaçınıldı.Paul Klee'nin Angelus Novus ismindeki tablosu üzerine çokça konuşulmuştur. Walter Benjamin gözleri geçmişe dönük olan tarihin meleğinin aslında bir fırtınaya doğru ilerlediğini söyler. Suriyeli kadınlar da tarihin meleği gibi savaşı yıkımı arkalarına aldıkları İstanbul'da, önlerine kendi karanlıklarını da katıp ilerliyorlardı. Artık ne Suriye'ye aittie aittiler ve ne de İstanbul'a...Büyük çatışma ve yıkım işte burada başlıyordu!