İstanbul deyinca akla gelen birkaç sembol görüntüden biridir Galata köprüsü. Bir asırdan uzun bir süredir İstanbullular Galata ile Eminönü arasında bu köprünün üzerinden ulaşım sağlamaktadır. Tamamı ahşaptan oluşan ilk köprü uzun yıllar yaya ulaşımına hizmet ettikten sonra yerini 35 yaşın üzerindeki çoğu İstanbullunun hatırladığı çelik alt yapılı ikinci köprüye bıraktı. Bu köprü de yaya ulaşımının yanı sıra otomobil,otobüs,tamvay ve troleybüsleri de Haliç'in iki yakasına taşıdı ama en önemli özelliği boğaza bakan yüzündeki ada vapurları iskelesiydi. Tatil günleri dolup taşan bu iskelenin karaya yakın bölümlerinde semt esnafına ve İstanbul'un akşamcılarına hizmet eden ikişer adet küçük ve alçak gönüllü restoran vardı . Köprünün parmaklıkları ve iskeleye inen merdivenleri adalara giden iyi giyimli İstanbulluların yanı sıra pek çok öğrenci ve aşıklara da ev sahipliği yapmıştı.Derken bir seri ihmal ve bazı söylentilere göre de kundaklama sonucu İstanbulun güzel silüetlerinden biri daha bir gecede küllere boğuldu. Üçüncü Galata köprüsü olarak adlandırılan bu günki köprü ise estetikten uzak ve daha çok ticari bir mekan olarak hizmet vermek üzere tasarlanmıştı. Çünki dönem zaten Türkiye'nin küreselleşme ve kapitaizm ile flört etmeye başladığı günlere denk geliyordu. Ada yolcularının yerini köprünün alt katında iki taraflı olarak sıralanmış balık retoranlarındaki plastik koltuklarda oturan ve nargile içen yerli ve yabancı turistler almış,Eminönü tarafında sandalda satılan balık ekmekler ise artık ejderha başlıklı ve Hint teknelerini andırır tarzda rengarenk boyalı sandallarda satılmaya başlamıştı. Köprünün altında plastik koltuklu restoranların arka sokaklarında tam bir pislik ve düzensizlik göze çarpmakta, köprünün üzeri ise giderek artan işsizlerin gün boyunca balık tutarak vakit öldürdükleri bir mekana dönüştü.